Anadolu’nun kadim şehirlerinden Afyonkarahisar, sadece doğal güzellikleriyle değil; binlerce yıllık geçmişe tanıklık eden eserleriyle de tarih meraklılarının gözdesi. Friglerden Osmanlı’ya uzanan bu coğrafya, her adımda farklı bir dönemin izini sunuyor. Gelin, Afyonkarahisar’da tarihin tozlu sayfalarını aralayacağımız bu özel rotada birlikte yürüyelim…
226 metre yükseklikteki konumuyla şehrin simgesi haline gelen Karahisar Kalesi, Friglerden Hititlere, Romalılardan Osmanlı’ya kadar pek çok medeniyetin hem sığınağı hem de stratejik noktası olmuş. Zirvesinde Frig dönemine ait Ana Tanrıça Kybele tapınakları ve sarnıçlar bulunuyor. Rivayete göre Alaaddin Keykubat hazinelerini burada saklamış; Hz. Ali’nin atı Düldül’ün izleri hâlâ kayalıklar üzerinde görülüyor. Zirveye ulaştığınızda ise şehrin büyüleyici manzarası tüm yorgunluğunuza değiyor.
1272–1277 yılları arasında tek bir çivi kullanılmadan 40 ahşap direk üzerine inşa edilen Ulu Cami, Anadolu Selçuklu mimarisinin en görkemli örneklerinden biri. 750 yıldır ayakta duran bu muhteşem yapı, sırlı tuğla süslemeleriyle göz kamaştırıyor. Bugün UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alan cami, hem estetiği hem de ruhuyla ziyaretçilerini büyülüyor.
Konya Mevlevihanesi’nden sonra Türkiye’nin en önemli ikinci mevlevihanesi olan Afyonkarahisar Mevlevihanesi, 13. yüzyıldan beri Mevleviliğin kalbinin attığı yerlerden biri. Sultan Dîvânî döneminde büyük bir manevi merkez haline gelen bu külliyede dervişlerin balmumu heykelleri, kıyafetleri, musiki aletleri ve hat sanatı örnekleri sergileniyor. Ayrıca meşhur 40 Hatimli Aşure geleneği de burada doğmuş ve günümüze kadar sürmüştür.
17.yüzyıldan bu yana varlığını sürdüren Millet Hamamı, Osmanlı mimarisinin zarif örneklerinden biri. Kadınlar ve erkekler bölümleriyle inşa edilen yapının taş örgülü kârgir mimarisi dikkat çekiyor. 2005’te restore edilen hamamda geleneksel hamam kültürü, soğukluk-ılıklık-sıcaklık bölümleriyle yaşatılmaya devam ediyor.
Afyon’un eski mahallelerinde rengârenk konaklar, geçmişten bugüne uzanan birer zaman tüneli gibi. Ahşap oyma sanatının zarafetiyle inşa edilen bu evler, saman-kum-toprak karışımı sıvalarıyla özgün bir dokuya sahip. Bugün bir kısmı kafe, butik otel ve restoran olarak hizmet veriyor; sokaklarda dolaşırken her adımda tarihin sıcaklığını hissediyorsunuz.
Son Dönem Osmanlı mimarisiyle inşa edilen bu üç katlı yapı, Afyon’un gastronomi mirasını yaşatıyor. Lokum, sucuk, haşhaş yapım odalarıyla başlayan müze gezisi; üst katlarda geleneksel kültürün canlandırıldığı Kültür ve Sanat Evi ile devam ediyor. En alt katta ise Tarım, Hayvancılık ve Nalbantlık temalı bölümler, geçmişin üretim kültürünü günümüze taşıyor.
Fatih Sultan Mehmet’in veziri Gedik Ahmet Paşa tarafından 1472’de yaptırılan İmaret Camii, erken dönem Osmanlı mimarisinin zarif örneklerinden. Ters T planlı yapısı, yivli ve sırlı tuğlalarla süslenmiş minaresiyle dikkat çeker. Cami, Afyon’un ruhunu en iyi anlatan mimari eserlerden biridir.
Gedik Ahmet Paşa Külliyesi’nin bir parçası olan Taş Medrese, 26 kubbesi ve açık avlulu mimarisiyle Osmanlı eğitim mirasının yaşayan bir örneği. Günümüzde tespih, ebru, keçe, sedef ve ahşap oyma gibi geleneksel sanatların yaşatıldığıbir merkez haline gelmiştir.
Afyonlu büyük hattat Ahmet Şemsettin Karahisari’nin adını taşıyan bu galeri, Hüsn-i Hat, Tezhip ve Ebru sanatlarının en nadide örneklerini sergiliyor. Galeride, Kanuni Sultan Süleyman tarafından yazdırılan Mushaf-ı Şerif’in bir örneği de görülebilir.
16.yüzyıldan bu yana kentin ticaret kalbi olan Bedesten Çarşısı, altı kapılı yapısıyla Osmanlı ticaret geleneğini yaşatıyor. Dikiş-nakış malzemelerinden yöresel kıyafetlere kadar her şey burada bulunabilir.
Yakınındaki Taşhan ise el sanatları atölyeleriyle yaşayan bir kültür durağıdır; halıdan kilime, keçe işlemelerinden ebru sanatına kadar pek çok el emeği ürünü burada görmek mümkün.
Kurtuluş Savaşı’nın simgesi olan Utku Anıtı, Avusturyalı heykeltıraş Krippel’in eseridir. 1936’da açılan anıtta Atatürk, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak’ın kabartmaları yer alır. Afyon Kalesi’nin fonunda yükselen bu anıt, şehrin “Zaferin Başkenti” kimliğini somutlaştırır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün 1922’de Kocatepe’den inerek karargâh kurduğu bina bugün Zafer Müzesi olarak hizmet veriyor. 30 Ağustos Zaferi’nin planlandığı odalar, Atatürk, Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü’nün kaldığı bölümler aslına uygun olarak düzenlenmiştir.
55 bin metrekarelik alanda yer alan Afyonkarahisar Müzesi, Paleolitik dönemden Cumhuriyet’e kadar uzanan 50 binden fazla esere ev sahipliği yapıyor. Frigya’dan Roma’ya, Bizans’tan Osmanlı’ya kadar uzanan koleksiyonun en dikkat çeken parçaları Kybele, Herakles ve Zeus heykelleri. Müzenin semazen eteğini andıran mimarisi ise Mevlevi kültürüne zarif bir selam niteliğinde.
Türkiye’nin en büyük müzik müzesi olan bu özel mekânda beş kıtadan 500’ü aşkın enstrüman sergileniyor. Radyo, gramofon, pikap gibi antika parçalarla birlikte müzik tarihinin büyülü yolculuğunu yaşatıyor. Her nota, Afyon’un kültürel zenginliğine yeni bir renk katıyor.
Türkiye’nin ilk, dünyanın ise altıncı yumurta müzesi olma özelliğini taşıyan merkezde 240 farklı hayvan türüne ait yumurtalar sergileniyor. Ayrıca 100’e yakın yumurta sanata dönüştürülerek eşsiz bir koleksiyon oluşturulmuş. Ziyaretçiler burada doğanın en kırılgan mucizelerinden birini yakından keşfediyor.
Ahşap tavanı sedir ağacından yapılan 50 sütun taşıyor. Ortasındaki sekiz köşeli fıskiye ve piramidal aydınlatmasıyla Selçuklu mimarisinin zarafetini yansıtan bu cami, hem mimarisiyle hem manevi atmosferiyle ziyaretçilerini etkiliyor.
Bu rotada yürürken her taş, her sütun ve her kubbe bir hikâye anlatıyor. Afyonkarahisar; geçmişiyle bugünü, kültürüyle mimarisini harmanlayan bir açık hava müzesi gibi. İster tarih meraklısı olun ister sadece şehirde keyifli bir gün geçirmek isteyin — bu rota, Afyonkarahisar’ı kalbinize kazıyacak.